21 OCAK 2006-- Ansiad 16. Kuruluş Yıldönümünde Yönetim Kurulu Başkanı L. Hilmi Ünsal'ın Yaptığı Konuşmanın Metni


ANSİAD 16. KURULUŞ YILDÖNÜMÜNDE YÖNETİM KURULU BAŞKANI L. Hilmi ÜNSAL'IN
YAPTIĞI KONUŞMANIN METNİ
21 OCAK 2006

 

ANSİAD'ın düzenlediği geleneksel kuruluş yıldönümü ve ödül töreni gecesine hoş geldiniz. Sizleri tüm ANSİAD üyeleri adına saygıyla selamlıyorum.Huzurlarınızda geride bıraktığımız bir yıla ilişkin bazı değerlendirmeleri yapmak ve ileriye yönelik mesajlar vermek istiyorum. Öncelikle ekonominin geneli hakkında, bir özet yapma da yarar görüyorum:

Ekonomimizin son yıllarda büyüme, enflasyonun düşürülmesi, faizlerin indirilmesi, ihracatın arttırılması gibi konulardaki olumlu karnesi pek tabiidir ki bizleri çok memnun etmektedir. Bunlar küçümsenmeyecek başarılardır. İşadamlarından oluşan bir Sivil toplum örgütü olarak bu başarıları gönülden alkışlıyoruz.

Geçtiğimiz yıl bu başarılara bir de yabancı sermaye girişlerindeki artış eklenmiştir. 2005 yılında ülkemize önceki yıllarda görmediğimiz ölçüde bir yabancı sermaye girişi olmuş, Türkiyenin güvenilirliği hissedilir ölçüde artmıştır. Kredi derecelendirme kuruluşları uzun yıllardır ilk defa notumuza artış vermişlerdir. Son dört yıldır, % 6'ın altında olmamak üzere büyüyoruz. AB ile müzakere sürecine başladık. Özelleştirme konusunda ilk defa ciddi boyutta icraat yapılmış ve vaatler sözde kalmamıştır. Özetle dört sene önce 40 derece ateşle hasta yatan ekonomiden, bugün ateşi düşmüş ve artık ayaklanmış bir konuma geldik. Türk ulusunun, sürprizlerle dolu yapısına bir örnek daha verdik.

Bunlar bardağın dolu tarafında görebildiklerimiz. Bu gelişmenin mutlaka sürdürülebilir olmasını sağlamalıyız. Görüyoruz ki, uluslararası piyasalar siyasi ve ekonomik istikrara olumlu tepkiyi hemen veriyor. Öte yandan bizleri tedirgin eden konuları da görmezlikten gelemeyiz. Büyüme ile birlikte, işsizliğin azalması beklenirken son iki yıldır durumun tersine geliştiğini gözlüyoruz.

Türk Lirasının beklentilerin üzerinde aşırı değerlenmesi, ihracatı olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye, üretim ve ihracatın zorlaştığı, buna karşılık ithalatın cazip olduğu bir ülke olma yolunda hızla ilerlemektedir.

İstihdamın ana motoru KOBİlerin hayat şartları giderek zorlaşmaktadır. Rakibimiz diyebileceğimiz ülkelere göre üretim avantajlarımızı yitirmekteyiz. İhracattaki , turizmdeki hamlemizi sürdürmek istiyorsak vakit geçirmeden bazı tedbirler almak durumundayız.

Türkiye nekahet halinden henüz çıkmamıştır. Tam iyileşmeyen hastanın tedavisini yarıda bırakırsak, eskisinden daha ağır ilaç içmek zorunda kalabiliriz.

Kendi bindiğimiz dalı kesmemeliyiz. Bu olumlu gelişmelerin tekrar gevşemeye yol açması , popülizmin tekrar hortlaması en büyük korkularımızdan birisi olmaya devam ediyor.

Önümüzde daha katedeceğimiz uzun bir yol yol bulunuyor . Biz bir yandan gelişiyoruz ama bizimle aynı kulvarda koşan diğer ülkelere de bakmak durumundayız . Türkiye dünyadaki en büyük ekonomiler sıralamasında 21. sıraya yükselmiştir ama diğer ülkelerde boş durmamaktadır . 2002 - 2005 dönemi içerisinde bizler Satın Alma Gücü paritesinde % 24.6 lık bir artışı sağlarken , Çin % 46.8 lık Hindistan ise % 33 lük bir gelişmeyi sağlamıştır. Keza Macaristan , Polonya , Romanya , Bulgaristan , Slovakyanın gelişmelerinin bizden aşağı kalır yanı yoktur.

Dünya liginde daha üst sıralara çıkmayı istiyorsak onlardan daha hızlı koşmak mecburiyetindeyiz. Yavaşlama veya durma lüksümüz bulunmamaktadır . Bu bakımdan ekonomide yapısal tedbirler konusunda duraklamalar , AB müzakere sürecinde heyecanımızın ve tempomuzun azalması kafamızda önemli soru işaretleri yaratmaya devam ediyor.

Değerli konuklar ...

Bu genel değerlendirmelerden sonra kamuoyunda çok dile getirilmeyen bazı konuları da bu fırsatla paylaşmak istiyorum .

Bunlardan birisi Türk Vatandaşlarının karşılaştığı vize sorunudur.

Bildiğiniz gibi 1995 yılında Gümrük Birliğine girdik , 2005 de AB ye katılım müzakerelerine başladık . Bu süre zarfında Türkiyenin dış ilişkileri eskiye göre çok daha artmıştır.

Bu ilişkiler halkların karşılıklı temaslarıyla gelişir. Ticareti geliştirmekle yükümlü işadamlarımız, eğitim için giden öğrencilerimiz , oraları tanımak için turist olarak gitmek isteyen vatandaşlarımız kısacası TC deki vatandaşlarımızın büyük bölümü ne yazık ki vize engeliyle karşılaşmaktadır.

Bugün bir AB üyesi ülke vatandaşı ister turistik ister iş amacıyla istediği anda ülkemize rahatlıkla gelebilirken aynı şartlardaki bir Türk vatandaşının gitmesi türlü formalite ve evraka bağlı vize işlemlerinden dolayı oldukça zordur .

Oysaki , Gümrük Birliği Topluluk üyesi ülkelerle ülkemiz arasındaki ticaretin gelişmesini hedeflemiştir. Ticaretin gelişmesi insanların birbirlerini serbestçe ziyaret edebilmesi ile doğrudan alakalıdır. Bu bakımdan AB üyesi ülke vatandaşlarına göre Türk vatandaşları haksız rekabetle karşı karşıyadır .

Vizenin kısa vadede hemen kaldırılması mümkün olmayabilir ama mutlak suretle iyileştirilme sağlanmalı ve belirli bir vadede kaldırılması hedeflenmelidir . Aksi halde Gümrük Birliği ve tam üyelik süreci gereği gibi işlemeyecektir.

Bu konuda , Türk Dışişlerimizin , parlementerlerimizin daha aktif bir politika izlemesini bekliyor ve STK olarak bizlerin de konunun sıkı takipçileri olmamız gerektiğini düşünüyoruz. Türkiyenin gücü bu pazarlığı yapmaya müsattir. Yeter ki biz bu gücümüzü ortaya koymayı bilelim.

Başka bir konu da Bölgesel Kalkınma Ajanslarıdır.

Ülkemizin en önemli sorunları arasında cari açık , işsizlik ve bölgesel kalkınmadaki dengesizlik başta yer almaktadır. Bunların içerisinde özellikle Bölgesel Kalkınmanın sağlanmasının birçok temel problemin çözümünde kilit olduğu inancını taşıyoruz.

Bu bakımdan Bölgesel Kalkınma Ajansları Kanun tasarısına çok önem veriyoruz.

Bu kanun, gerçek anlamda bir Bölgesel Kalkınma başlatacak tarzda yapılanma getirmelidir. Bu ise merkeziyetçi olmayan ve sivil grupların ağırlıklı olduğu bir bölgesel kalkınma ajansı modeli ile gerçekleştirilebilir. Bu konuda gerçekten işleyen bir model KOBİlerin gelişmesi ve işsizlik sorununun çözülmesini büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. İşsizliğin azalması , dengesizlikleri giderecek , iç göç de azalacaktır.

Değerli Konuklar ....

Bölgemizle ilgili bazı görüşlerimizi de size aktarmak istiyorum.

Antalyanın son yıllarda her bakımdan öne çıkması hiç şüphesiz bizleri çok sevindirmektedir. Nüfusu son elli yılda yüzde olarak en fazla artan il Antalyadır. İlimize gelen yabancı ziyaretçi sayısı , dünyadaki birçok ülkeden daha fazladır. Ancak burada da temel endişemiz bunun sürdürebilir olmasını temin etmekte yatmaktadır.

Ne yazık ki , bu konuda uzun vadeli bakma alışkanlığımızın olduğunu söylemek oldukça zordur. Antalya ile ilgili vizyonumuz oldukça kısıtlıdır ve kısa vadeli bakışın ötesine geçmemektedir.

Yerel yönetimlerimiz büyük bir gayretle ve hızla Antalya altyapısını inşaasına çalışıyorlar. Bütün bunları destekliyoruz ama onları toplumun diğer kesimleriyle ve özellikle Sivil Toplum Örgütleriyle daha paylaşımcı olmaya davet ediyoruz. Paylaşımcılık verimi arttırır , ortak aklı getirir . Aynu şekilde Sivil Toplum örgütleri de yerel yönetimlerimize yardımcı , yapıcı ve uzlaşmacı olmak zorundadır .

Öte yandan ileriye baktığımızda gelecek nesillere yalnızca asfalt yollar , kanalizasyon şebekeleri , sıradan parklar , ruhsuz beton binalar ve büyük alışveriş merkezleri ötesinde başka bırakacaklarımız da olmalıdır.

Burasını gerçekten yaşanmaya imrenilecek bir kent yapmalıyız. Antalya , geçmişine yakışacak şekilde sanatın , kültürün ve bilimin bir cazibe merkezi olmalıdır. Şehrimizi müzelerle , heykellerle , geniş ve özgün parklarla doldurmalıyız. Sanatçılar , modacılar , bilim adamları , sporcular buraya gelmek için can atmalılar. Burasını bir gastronomi merkezi yapmalıyız .

Antalya her bakımdan kalitesini arttırmaya ihtiyacı vardır. Nicelik yerine niteliğe önrem vermek zorundayız. Olaylara yalnızca nüfusu artışı , iskan ruhsatı artışı , imar alanlarının genişlemesi , turizmde yatak sayısının artışı bakma dar çerçevesinden kendimizi kurtarmalıyız. Mevcut değerlerimizi ne ölçüde koruyoruz , gelecek nesillere neler bırakacağız bunları düşünmeliyiz.

Büyüme ile birlikte geçmişimizin erozyona uğramasının önüne geçmeliyiz. Bundan elli sene öncesinin Antalyanından geriye ne yazık ki çok önemli bir şey bırakamadık . Tüm bu süreçte toplum olarak pasif ve kayıtsız kalmamızın büyük etkisi bulunmaktadır.

Geride kalan az sayıdaki eserimize , kaleiçine , kalan bir kaç portakal bahçesine , toplum olarak hep beraber sahip çıkalım . Kaleiçinin surlarını , kesik minareyi , hıdırlık kulesini , eski evlerimizi kullanılır halde restore edelim . Antalyada emeği geçmiş , tarihinin parçası olmuş kişilerin farkına varalım , onların hatırasını yaşatalım . Genç nesillere Antalyada yaşamanın ayrıcalığını öğretelim . Onlara Antalyayı sevdirelim.

Değerli konuklar,

Biz iş dünyasındaki gönüllüler olarak bu saydığımız konularda bilfiil çalışmayı kendimize görev ve ülkü edindik. Bu konuda bildiklerimizi herkesle paylaşmaya ve beraberce çalışmaya talibiz.

Bu duygu ve düşüncelerle sizleri tekrar saygıyla selamlıyor ve beni dinleme sabrı gösterdiğiniz için sizlere teşekkür ediyorum.