26 HAZİRAN 2007 -- Ansiad Başkanı Ali Rİza Akıncı'nın 15.Akdeniz Toplantısı Konuşma Metni


ANSİAD BAŞKANI ALİ RIZA AKINCI’NIN
15.AKDENİZ TOPLANTISI KONUŞMA METNİ
26 HAZİRAN 2007, SHERATON VOYAGER HOTEL

Değerli Hanımefendiler, Beyefendiler,
Değerli Konuklar,

Hepinize iyi akşamlar. İlginiz için teşekkür ediyorum. Bugün burada bizimle birlikte olmayı, rakipler olarak birlikte kürsüye çıkmayı kabul eden değerli milletvekili adaylarımıza özellikle teşekkür ediyorum. Aslında değerli adaylara iki kez teşekkür etmek istiyorum. Bir geldikleri için, bir de bu kadar zor bir işe giriştikleri için. Çünkü siyaset hakikaten zor bir iş.

Bu şekilde her kesimin karşısına geçip, sınava çekilmeyi kabul etmek, onbinlerce kişiyle görüşerek halkın oylarına talip olmak kolay bir iş değil. Değerli adaylar, seçilip milletvekili olsalar da zor bir iş yapacaklar. Her gün, gece-gündüz, hafta sonu demeden binlerce kişiden telefon alacaklar, arayanların, Ankara’da ziyaret edenlerin iş, tayin, torpil, kredi, tahsis, ihale, hastane gibi sayısız talebine maruz kalacaklar. Hiçbir zaman herkese yaranmaları mümkün olmayacak. Ülkedeki her sorundan mesul tutulacaklar. Herkes ben daha iyi yaparım diye onlara bakacak. Halkın kaprisleri dışında bir de parti yönetimi, parti lideri korkusu çekecekler. Mecliste bulunmadıkları zaman yok yazılacaklar. Seçim bölgesine gelmedikleri zaman yok yazılacaklar. Şimdi ben bu kadarını söylerken yoruluyorum, onlar adına üzülüyorum. Dolayısıyla bu kararları nedeniyle kendilerini kutluyor, teşekkür ediyorum.

Değerli konuklar,

Seçimin amacı demokrasidir. Demokrasi, siyasi partiler, özgür seçimler ve özgür seçilmiş vekillerle sağlanmaktadır. Demokrasi milletin geleceği üzerinde söz sahibi olmasıdır. Yani millet iradesinin ortaya çıkmasıdır. Bu sadece bir ilke meselesi değildir. Demokrasi milletin ortak aklının ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Bir kişinin, bir gurubun milletin kaderi üzerinde hata yapmalarını ancak demokrasi engeller. Demokrasi milletin yönetime katılmasıdır. Bu katılım vatandaşın devleti ile bütünleşmesini, devletine, ülkesine sahip çıkmasını sağlar. Demokrasi vatandaşa heyecan verir, moral verir, geleceğe inanç verir. Ancak demokrasinin şartı da katılım ve çoğulculuktur. Yani sadece tek sesli çoğunluğun değil, farklı sesli muhalefetin de sesinin duyulmasıdır.

Yani muhalefetin güçsüz olduğu, muhalefetin iktidar tarafından dikkate alınmadığı bir siyasal yapı tam demokrasi değildir.

Öte yandan siyasi partilerin kendi içinde demokrasinin varlığı da olmazsa olmaz bir koşuldur. Ülkemizde siyasi partilerimizdeki lider hakimiyeti milletvekilliğinin gücünü azaltmaktadır. Oysa demokrasinin kurumları olan siyasi partilerin kendi içinde demokrasi olmadığında söyleyecek söz kalmamaktadır. Bir milletvekili Meclis’te parti liderinin veya yönetiminin söylediği dışında tavır alamıyorsa yapacak bir şey yoktur. Maalesef Türkiye’de bu sorun vardır ve artık değişmelidir.

Parti içi demokrasi de bir ilke meselesi değildir. Nasıl demokrasi bir ülkede ortak aklı ortaya çıkarırsa bir siyasal partide veya bir örgütte demokrasi de katılımı sağlar ve ortak aklı ortaya çıkarır. Aksi halde tek lider hakimiyeti bir örgütü zayıflatır. Yeni dalları filizlenmeyen bir ağaç gibi olur. Bu nedenle devlet yönetiminde, siyasette aşırı güç temerküzünden kaçınmak gerekir. Kontrolsüz güç güç değildir. Yabancıların bir sözü vardır. Kuvvet, çürütür derler. Bu önemli bir sözdür. İşte demokrasi filizlenmeyi, canlanmayı, yeni düşüncelerin yeşermesini, alternatif kişilerin ve fikirlerin ortaya çıkmasını sağlar. Bu nedenle önemlidir.

Değerli konuklar,

Bu akşam sayın adaylarla kuracağımız iletişim de katılımı, çoğulculuğu sağlamaya dönüktür. Amacımız kendilerinin sivil toplumun düşüncelerini dikkate almalarıdır.

Elbette biz bir işadamları derneği olarak kendi açımızdan önemli gördüğümüz konuları dile getireceğiz. Bizim taleplerimizin önemi bizim sayımızdan ileri gelmez. Çünkü bizim sayımız, etimiz, budumuz, oy sayımız bellidir. Seçmen varlığımız bir adayımızın dişinin kovuğuna yetmez. Ama bizim sayımız değil, fikirlerimiz kuvvetlidir.

Bunun nedeni de şudur. Bir işadamı, bir sanayici 10-20 yıllık yatırım yapar. İşine, sektörüne, ülkeye de uzun vadeli bakar. Uzun vadeli bakış daha geniş ve daha güçlü bakıştır. Bu nedenle bu bakışın iyi anlaşılmasında fayda vardır.

Bir başka neden ise şudur. Geçmişte ülkede yatırım yapan, iş yaratan, ülkenin güçlenmesini sağlayan tek mekanizma devlet idi. Oysa artık devlet üretimden çekilmekte, asli görevlerine dönmektedir. Bu Türkiye’ye has bir gelişme değildir. Bütün dünya devletin verimli üretim yapamadığı gerçeğini görmüştür. Türkiye’de “devletin malı deniz yemeyen domuz” sözü boşuna çıkmamıştır. Serbest rekabetin olmadığı bir ekonomi gelişemez. Devletin görevi serbest ve adil rekabeti sağlamaktır.

2006 yılında Türkiye’de 70 milyar dolar civarında yatırım yapılmıştır. Bunda devletin payı sadece % 15’tir. Yatırımın % 85’i özel sektör tarafından yapılmaktadır. Yani artık istihdamı özel sektör yaratmaktadır.

Sonuç olarak artık yatırım, üretim ve istihdam yükü ve sorumluluğu müteşebbisin, işadamının omuzundadır. 72 milyon nüfusumuzun 1.2 milyonu işveren statüsündedir. Ekonominin büyük yükü bu 1.2 milyonun üzerindedir. Bu gerçeği Türkiye’nin iyi anlaması lazımdır. Türkiye bu 1.2 milyon işveren geliştikçe, yatırım yaptıkça veya bu 1.2 milyon sayısı birkaç milyona yükseldikçe gelişecektir.

Milletin refahının gelişmesi için iş adamlarının ve yatırımlarının önü açılmalıdır. Başka çaresi yoktur.

Geçmişte çok değil 30-40 sene önce Türk iş adamı devlete çalışan, kendi yöresinde küçük işler yapan, dünyayı tanımayan bir kişiydi.

Geçmişte yabancı ülkelerle, yabancı insanlarla devlet adamları, subaylar, sanatçılar, akademisyenler karşılaşırdı.

Bugün ise dünyayı en çok gezen, en çok araştıran, en çok gören kesim iş adamlarıdır.

Bugün iş adamı, iş yaratan, risk alarak yatırım yapan, çalışanlarının sorumluluğunu duyan, topluma karşı sorumluluk hisseden, yani sosyal sorumluluğu olan, dünyayı dolaşan, dünyadaki iyi örnekleri gören, dünyada iyi olan ne varsa kendi ülkesinde de olmasını isteyen kişidir. Türkiye’de halen sırtını devlete dayamış, kolay para kazanan, vergi vermeyen iş adamı imajı bir nebze de olsa kalmıştır. Bu geçmişte olmuştur, bugün de vardır. Ama artık bu tür iş adamı azınlıktadır. Günümüzde bu şekilde başarılı olmak da mümkün değildir. Artık bu imaj geçmişte kalmıştır, kalmak zorundadır.

Artık işadamı devletten kredi alarak, teşvik alarak yatırım yapmamaktadır. Bugün Türk özel sektörünün yani reel sektör ve bankaların dışarıya döviz borcu ise 130 milyar dolar civarındadır. Bu borç yatırım için alınmıştır. Özel sektör ülkenin geleceğine güvenmiş, yatırım kararı almış, risk almıştır. Bu güvenin boşa çıkarılmaması siyasetin başlıca görevidir. Aksi halde kaybeden sadece özel sektör olmaz, milyonlarca çalışan, milyonlarca işsiz de kaybeder.

Son dönemde siyasetimiz ve kurumlarımız istikrarı zayıflatmıştır. Bunda herkesin sorumluluk derecesi farklıdır. Bazılarının yüksek bazılarının düşüktür. Fakat herkesin bir sorumluluk payının olduğu da gerçektir. İstikrarın zayıflaması ekonomiyi etkilemiştir. Şu anda piyasada yaşanan durgunluğu bizler derinden hissediyoruz.

Değerli konuklar,

Biz Nisan ayında üyelerimiz arasında beklenti anketleri uygulamaya başladık.Ankete göre üyelerimizin üçte ikisi yıl sonu enflasyonunu 9-11 aralığında beklemektedir. Üyelerimizin yarısı faiz oranının düzeyini koruyacağını, üçte biri iki puanlık azalma olacağını beklemektedir. Daha fazla düşüş veya yükseliş beklenmemektedir. Üyelerimizin yarısı yıl sonu dolar kurunu 1.40-1.49 aralığında beklemektedir. Nisan ayından bu yana bu beklenti değişmemiştir. Bununla beraber daha yüksek kur bekleyenlerin oranı azalmış, yıl sonunda 1.30’ların devam etmesini bekleyenlerin oranı artmıştır. Dolayısıyla ekonomide bir mali kriz-döviz krizi beklentisi yoktur. Fakat bunun yanı sıra büyüme konusunda kafalar karışıktır. Ancak önceki aylarda % 5-6 arasında olan büyüme beklentisi yavaş yavaş 5’in altına inmeye başlamıştır. Bunun sebebi de şudur: Ekonomide durgunluk şikayeti Nisan ayında % 26 iken, Mayıs ayında % 32’ye, Haziran ayında % 34’e yükselmiştir. Mayıs ayında % 25 olan siyasi istikrarsızlık sorunu % 25’ten % 18’e inmiştir. Buna karşın kar marjının düşmesi sorunu % 16’ya yükselmiştir. Düşük kur sorunu % 14’e yükselmiştir. Bunlara paralel olarak satış hacimlere ilişkin değerlendirme kötüleşmiştir.

Dolayısıyla ekonomide yaşanan önemli bir sorun enflasyonla büyüme arasındaki çelişkidir. Enflasyon hedeflemesi politikası yüksek faizlerle iç pazarın daralmasına neden olmakta bu da durgunluk yaratmaktadır. Bu nedenle Türkiye enflasyonu yükseltmeden büyüme hızını % 6’nın üzerinde çıkarmak zorundadır.

Bunun tek yolu ekonomide verimlilik düzeyinin yükseltilmesi, girdi maliyetlerinin, yüksek vergilerin ve sosyal güvenlik primlerinin düşürülmesidir.

Enerji, ulaştırma ve diğer temel girdilerde maliyetlerin düşürülmesi için tek yol bu piyasalarda rekabetin artmasıdır. Rekabetin artması için özelleştirme zorunludur. Fakat telekom örneğinde olduğu gibi devlet tekelinin yerini özel tekel almamalıdır. Avrupa’da enerji piyasası serbestleştirilmiş, elektrik fiyatları % 30’lar oranında düşmüştür. Telekomlar özelleştirilmiş telefon fiyatları % 40’ı aşan oranda düşmüştür. Bankacılık hizmetlerinde serbestleşme faizleri ve banka komisyonlarını düşürmüştür. Türkiye’de bu örnek sadece kısmi olarak hava taşımacılığında yaşanmıştır.

Artık ekonomide tekellerin, kamu işletmelerinin verimsizliğine tahammül kalmamıştır. Bugün devletin elindeki arazi ve binaların çoğu bir rant aracıdır. Arazi ve bina zengini devlet diğer tarafta en temel işleri, eğitim, sağlık, adalet hizmetlerini yerine getirememektedir. Oysa bu tür kamu hizmetlerinin en iyi şekilde yerine getirilmesi de ekonomide verimlilik için zorunludur.

Bugün istihdam üzerindeki vergi yükü yüksektir. Bunun sebebi kayıt dışı istihdamın % 50’lere varmasıdır. Türkiye’nin ciddi bir vergi sorunu vardır.

Türkiye’de gelir vergisi mükellefi sayısı 10 yıldır değişmemiştir. 1.8 milyondur. Kurumlar vergisi mükellefi 600 bindir. Basit usûl vergi mükellefi 700 bindir. Gayrimenkul sermaye iradı vergi mükellefi 600 bindir. Toplarsanız 3.8 milyona yakındır. Buna memurları da ekleseniz 6-7 milyon olur. 280 milyonluk A.B.D.’de vergi mükellefi sayısı 125 milyondur. 

Bunun nedeni açıktır. Türkiye’de en düşük vergi dilimi %15, Fransa’da %7, İngiltere’de %10’dur. Türkiye’de vergi yükü %27, A.B.D’de %22.5’dur. Bu vergiler insanları vergi kaçırmaya itmektedir.

Dolayısıyla artık devletin her alanında, ekonominin her alanında reformlar acil hale gelmiştir. Bu reformlar olmadan ekonomik büyüme istenen şekilde sürdürülemez. İşsizlik azaltılamaz. Sosyal sorunlar giderilemez. Terör de önlenemez. Bunlar yapılmadan 2013 yılında 10 bin dolar kişi başına gelir olamaz. Dolayısıyla tüm reformların hızlı bir takvimle, ikide bir anayasa mahkemesinde iptal edilmeyecek şekilde, Muhalefetin de desteğiyle çıkması gereklidir.

Değerli konuklar,

Son olarak Antalya hakkında da birkaç konuyu dile getirmek istiyorum. Antalya ekonomisinde fiziki büyüme yerine gelir artışına dönük bir sıçrama gerekli görünmektedir. Antalya’da nüfus artmaktadır. Turist sayısı artmaktadır. Fakat gelir yeterince artmamaktadır. Bunun bir sebebi Antalya’da turizm başta olmak üzere bazı sektörlerin yeterince para kazanamamasıdır. Diğer sebebi Antalya’da kazanılan gelirin önemli bir bölümünün girdi sağlayan diğer illere gitmesidir. Bu nedenle Antalya içinde yüksek katma değer yaratacak bir modele gitmek gerekir. Yani artık Antalya’da büyümenin kalitesini sorgulama zamanıdır.

Antalya’da sanayi ve ticareti geliştirmek için ulaşım altyapısını geliştirmek zorundayız. Bugün Antalya havayolu dışında yeterli ulaşım altyapısına sahip değildir. İzmir ile, İstanbul ve Ankara ile, Mersin ve Adana ile tümüyle duble yollarla, bağlantı olmalıdır. Demiryolu artık Antalya’nın önemli bir ihtiyacıdır. Ankara-İstanbul arasında kurulan hızlı tren bağlantısı artık İstanbul Ankara ve Antalya arasında da kurulmalıdır. Antalya, Burdur, Isparta ve Afyon ile özellikle liman ve deniz taşımacılığı için tren yolu ile bağlanmalıdır. Antalya Limanı’nın ve bölge ekonomisinin entegrasyonu için bu yatırım çok önemlidir.

Antalya’da göçün kalitesinin yükseltilmesi için gerekli şehir planları, sosyal politikalar gözden geçirilmelidir.

Antalya’nın il ve ilçe merkezleri dışında iç bölgelerdeki yerleşimin cazibesi yükseltilmelidir. Antalya büyük ölçekli sanayi kuruluşlarını Bucak tarafına kaydırmalıdır. Köylerin ve kırsal kesimin refah düzeyi yükseltilmeli ve kırdan kente göç azaltılmalıdır. Bunun için bir çözüm tarımda yüksek katma değer yaratan modern tarım tekniklerinin, modern seracılığın geliştirilmesidir. Üretici birliklerinin önü açılmalı, büyük ölçekli üretim teşvik edilmelidir. Toptancı haller kanununda olduğu gibi gece yarısı kanunları çıkarılmamalıdır. Organik tarıma, kırsal turizme dönük yerel kalkınma projeleri ile Antalya’nın iç bölgeleri geliştirilmelidir.

Biz işadamları olarak fazla oy veremeyiz. Fakat biz doğruyu söyleyebilir, doğruyu söyleyeni destekleyebiliriz ve bunu da yapmak zorundayız. Siyasete akıl verirken bizler siyasetçinin peşinden ihale için koşarsak, kuralları kendimiz için ihlal edersek biz de yanlışın içindeyiz demektir. O zaman bizim de söz söylemeye hakkımız olmaz. Bugün değilse bile gelecekte başkaları söz hakkını elde ederler.

Hepinize saygılar sunar, iyi akşamlar dilerim.

 

Ali Rıza AKINCI
ANSİAD Yönetim Kurulu Başkanı