24 EYLÜL 2007 -- Ansiad Başkanı Ali Rıza Akıncı'nın 16.Akdeniz Toplantısı Konuşma Metni


ANSİAD BAŞKANI ALİ RIZA AKINCI’NIN
16.AKDENİZ TOPLANTISI KONUŞMA METNİ
24 EYLÜL 2007

TÜSİAD’ın Değerli Başkanı Sayın Yalçındağ,
Değerli Konuklar,
Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,

Hepinize iyi akşamlar diliyorum. Sayın Yalçındağ’a davetimizi kabul ederek, bu akşam aramızda oldukları için teşekkür ediyorum. TÜSİAD Türk sivil toplumunun en köklü, en güçlü örgütlerinden birisidir. Gerçek ve tam anlamıyla bir sivil toplum örgütüdür. Üyelerinin fedakârlıklarıyla, ülke içinde ve dışında, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasal hayatına en ciddi katkıları yapan sivil toplum örgütüdür. TÜSİAD, raporları ve yayınları ile Türkiye gündeminin her zaman bir adım ilerisindedir. TÜSİAD, üyelerinin ekonomik, sosyal ve internasyonal gücünden gelen hak ve sorumlulukla, her zaman siyasal iktidarlar karşısında bağımsız ve cesur olmuştur. Bugün ülkemizin her köşesinde oluşan iş adamı bilinci ve örgütlenmelerinin temellerini TÜSİAD atmıştır. Sayın Yalçındağ, Türk sanayicisi ve işadamının köklü geleneğini devam ettirmektedir. Siyasette, bürokraside, hatta iş dünyasında çok az sayıda kadının ve kadın temsilcinin olduğu Türkiye’de, Sayın Yalçındağ’ın TÜSİAD Başkanı olması ayrı bir değerdir. Bu nedenle, Türkiye’de siyasi ve ekonomik gelişmeler üzerine değerlendirmeleri bizim için büyük önem taşımaktadır.

Ülkemizin gündeminde Anayasa değişikliği tartışması vardır.

Türkiye’de, Anayasa’da zaman zaman değişiklik yapılması gerekebilir. Nitekim 2001 yılından bu yana bir çok değişiklik yapılmıştır. Bir çok kurum Anayasa değişiklikler teklif etmiştir. Bunlar arasında TÜSİAD da bulunmaktadır. TÜSİAD’ın Haziran ayında yayınladığı “Güçlü Demokrasi, Güçlü Sosyal Yapı, Güçlü Ekonomi” başlıklı raporda da bu konuda öneriler vardır. Bu raporda da belirtildiği gibi hedef, Türkiye’de mevzuatın evrensel demokrasi ölçütlerine yakınlaştırılmasıdır. Bu bakımdan 1982 Anayasası’nın çağın gereklerine göre gözden geçirilmesi gereklidir. Ancak, herkesin söylediği gibi, Anayasa bir toplumsal sözleşmedir. Her vatandaşı bağlayan bir Cumhuriyet sözleşmesidir. Toplumsal sözleşme metni olması gereken Anayasa, toplumsal tartışma ve ayrışma metnine dönüşmemelidir.

Türkiye’de Anayasalar’ın kalıcı olmamalarının üç sebebi vardır. Birincisi genellikle Tepki Anayasası olmalarıdır. İkincisi, Hükümetlere güvenilmediği için çok ayrıntılı yazılmış olmalarıdır. Üçüncüsü ise vatandaşın Anayasa ile bir ilgisinin olmamasıdır. Vatandaş toplumsal sözleşmeyi ya okumadan imzalar veya Meclis değiştirir, vatandaşın haberi olmaz.

Bu şekilde olunca da, biz de olduğu gibi her 10-20 yılda yeni değişiklik gündeme gelir. Ümit ederiz ki, bu kez geçmişten ders alınır ve her aşamada doğru bir yöntem izlenir.

Demokrasinin fikir babalarından Rousseau, 250 yıl önce demiş ki, bir toplum eşitlik, özgürlük ve adalet üzerinde ayakta durur, bunun için de toplumsal uzlaşma gereklidir. Anayasa işte bu uzlaşmanın-bu sözleşmenin metnidir.

Ancak sadece Anayasa değişikliği tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda, Anayasa’yı uygulayacak olanlarda, siyasette, bürokraside, yargıda ve onlar üzerinde etkili kesimlerde bir zihniyet değişimi de gerekir.

2600 sene önce Konfüçyüs Yasası şöyle diyor: “Sözcüklere aynı anlamı yüklemeyen toplumlarda anlaşmazlık, kargaşa vardır”.

Eğer toplum, laiklik ilkesinin ne olduğu konusunda bir uzlaşmaya varmıyor ise, bunu Anayasa’ya yazmak yeterli çözüm değildir. Aynı şekilde demokrasi, vatandaşlık hakkı, çağdaş devlet, çağdaş eğitim, çağdaş pazar ekonomisi kavramlarında da bir uzlaşma gerekir ki, Anayasa istenen faydayı sağlasın.

Değerli Konuklar,

Kapsamlı bir Anayasa değişikliği aceleye getirilmemelidir. Şu anda vatandaşın öncelik sırasında Anayasa’nın ilk madde olduğunu da kimse söyleyemez. Bu nedenle bu süreçte geniş bir tartışma dönemi olmalıdır. Bir Anayasa metni üzerinde toplumun her kesimi tartışmalı, öneri ve itirazlarını sunmalıdır.

Demokrasi, farklılıkların birlikte yaşama biçimidir. Çoğulculuk, sayıdan çok farklılıktan kaynaklanır. Demokrasinin amacı, farklılıkları yok etmek değil, uzlaştırmaktır.

Eski Yunan’da 2500 sene önce demokrasiyi şöyle tanımlamışlar: "halkın yönetimi, yasalar önünde eşitlik, bütün sorunların açık tartışmaya sunulması, yöneticilerin icraatlarından sorumlu tutulmaları".

Bu bakışla demokrasinin beş unsuru sayılmaktadır:

(1)Özgür seçimler,
(2)Gerektiğinde siyasal iktidarın karar ve uygulamalarını da denetleyebilen bağımsız yargı,
(3)Farklı çıkar ve görüşleri temsil eden siyasal partiler,
(4)Farklı toplum kesimlerini temsil eden ve siyasal katılımı kolaylaştıran, dernekler ve sendikalar, kitle örgütleri,
(5)Özgür kitle iletişim araçları.

Dolayısıyla gerek Anayasa hazırlığı sürecinde, gerekse Anayasa metninde bu unsurlar dikkate alınmalıdır. Demokrasi için siyasi partilerin varlığı yeterli değildir. Sayın Sami Selçuk’un dediği gibi, eğer bir “parti içinde, önder kültüne bağlılık, liyakat yerine sadakat kurumlaşırsa, halkın yönetimi, demokrasi gider; seçkinlerin yönetimi, politokrasi, klientalizm gelir.

Bu nedenle, siyasi partiler yasasındaki, seçim yasasındaki sorunlar giderilmelidir. Dokunulmazlık konusu düzenlenmelidir. Bürokraside liyakat esası temel alınmalıdır. Siyasetin kamu idaresi üzerindeki denetimi ilkelere bağlanmalıdır.

Bağımsız yargı mutlaka güçlendirilmelidir.

Sivil toplum katılımına Anayasal güvence getirilmelidir. Günümüzde ekonomik yükün büyük bölümünü üstlenmiş olan sanayici ve işadamları örgütlerinin ülke sorunları hakkındaki görüş ve önerileri demokratik anlayışla karşılanmalıdır. Eleştirinin olmadığı yerde ilerleme yoktur. Bunun en iyi örneği Ortadoğu coğrafyası ve hatta ülkemizdir. Esasen bir ülkenin yönetenlerine en iyi, samimi, yapıcı ve sonuç odaklı öneri ve eleştirileri yine o ülkenin iş alemi ve girişimcileri yapabilir. Zira ülkenin düzeninin bozulmasından en çok onlar zarar görür. Üstlendikleri sorumluluk ve riskler dolayısıyla ülke istikrarının ve geleceğinin üstüne en çok onlar titrer, muhtemel riskleri en çabuk onlar algılamak zorundadırlar.

Ekonomi alanında Anayasa metninde çok fazla sorun yoktur. Ancak buna rağmen, bir sosyal güvenlik reformu memurların, işçilerle eşit olmadığı gerekçesiyle, imtiyazlı emekliliğin devam etmesi amacıyla Anayasa’ya aykırı bulunmuştur. Bir çok Kanun Anayasa’daki devletçilik ilkesi, kamu yararı ilkesi nedeniyle iptal edilmiştir.

Oysa diğer tarafta bir gecede çıkarılan kanunlar olabilmekte ve bunlarda kamu yararı ilkesi yeterince tartışılmamaktadır. Örneğin; “Haller Yasası”. Bu açıdan, artık Serbest Pazar Ekonomisi İlkeleri tam olarak benimsenmelidir. Bağımsız ekonomik kurulların bağımsızlığı güvence altına alınmalıdır.

Sayın Yalçındağ,
Değerli Konuklar,

Biraz önce söylediğim gibi, Anayasa Türkiye’deki bütün sorunların kaynağı ve dolayısıyla çaresi değildir. Ekonomide bekleyen sorunlar vardır ve bunlar Anayasa dışında, en az Anayasa kadar önemli konulardır.

Tarihte ve günümüzde bir ülke ekonomisinin gelişmesini sağlayan en temel faktör, verimliliğin diğer ülkelerden yüksek olmasıdır. Tarihte Roma ve Osmanlı İmparatorluğu’nu, sonra İngiltere’yi, sonra ABD’yi dünya hakimi yapan, şimdi Asya ekonomilerinin çıkışını sağlayan temel faktör, yüksek verimliliktir. Yüksek verimlilik yüksek büyüme hızı demektir. Türkiye’de büyüme hızının yıllık % 5’e, son çeyrekte % 3,9’a düşmesi bu açıdan değerlendirilmelidir. Türkiye’nin bugün en çok üzerinde durması gereken soru, fiyat istikrarı içinde % 7’ye yakın büyüme hızının nasıl sağlanacağıdır.

Türkiye, Asya ülkelerine yakın bir büyümeyi sürdüremiyorsa, bunun sebebi Türk işadamının yeteneksizliği değildir. Türk sanayicisi ve işadamı artık rüştünü ispat etmiştir. Bana göre bunun en temel nedenlerinden birisi genel eğitim kalitesinin yetersiz olmasıdır. Bir diğer neden, mevzuatımızın çağın gerisinde kalması ve ülke şartlarının gerektirdiği hızda yenilenememesidir. Bununla da birleşik üçüncü bir neden, bürokrasinin niteliğidir. Bir kamu kurumunda birçok konu, ancak en üst makamlarca çözülmektedir. Bir devlette verimliliğin göstergesi, Bakanlar’la beraber yürüyen kişi sayısı ile ölçülebilir. Verimlilik ne kadar düşükse, bir bakanın çevresi o kadar kalabalıktır. Bir başka ifade ile bir bakanın bizzat çözdüğü sorun ne kadar çok ise verimlilik o denli düşüktür. Bunlar bizim tarafımızdan bugün söylenen şeyler değildir. Aynı şeyler 20 yıldır söylenmektedir. Kimsenin alınmasına gerek yoktur.

Bu sorunlar dışında bir de ekonominin güncel sorunları vardır. Kayıt dışı ekonomi ile mücadele, eşit rekabet koşullarının sağlanması, vergi reformu, cari açığın azaltılması gibi konularda Hükümet Programı’nda arzuladığımız hazırlığı görmek istiyoruz. Şimdi Hükümet’in icraat takviminin ortaya konmasını bekliyor ve bu konularda icraat bekliyoruz. Gerçek bir KOBİ politikası bekliyoruz. Tarımda pazar ve tüketici odaklı çağdaş bir yapılanma istiyoruz. Gerçek bir turizm politikası bekliyoruz.

Cari açık yüksekliğini sadece yüksek büyüme ile açıklayarak, bir kenara bırakamayız. Bu yıl büyüme hızı düşmesine rağmen cari açıkta % 2 artış vardır. Yıl sonunda % 7 oranında açık beklenmektedir. Ekonomi %7 büyüse cari açık % 10’lara çıkacaktır. Bu sorunun temelinde Türkiye’nin üretim sorunu vardır.

Gelişmiş ülkeler sektör stratejisi aşamasından şirket stratejisi aşamasına geçtiler. Küresel oyuncu yaratmaya ve onları güçlendirmeye çalışıyorlar. Birkaç gün önce Fransa enerji alanında en büyük kamu şirketi ile en büyük özel sermayeli şirketini birleştirdi ve bir dünya devi yarattı. Biz ise halen hangi sektörlerde tutunacağımıza karar vermiş değiliz. Böyle bir strateji ne tek başına kamunun ne de tek başına özel sektörün yapabileceği bir şeydir. Kamu ve özel sektör birlikte oturup bu stratejiyi belirlemek zorundayız. Önümüzdeki dönemde bölgesel teşviklerle senkronize olan sektörel teşviklerin ön plana alınması ümidindeyiz.

İşte bunun için de Devlet ile özel sektör arasındaki işbirliği koşulsuz ve kurumsal olmak zorundadır. Türkiye biran önce içerdeki çekişmeyi bırakıp, dışa karşı ulusal enerjisini toplamalıdır. İç çekişmenin sürekli bir durum olması kabul edilemez. Bugünlerde bir televizyon kanalında Roma İmparatorluğu üzerine belgesel var. Bir imparatorluğun iç çekişmelerle nasıl zayıfladığını anlatıyor. Bizim tarihimizde de Balkan Savaşı gibi bunun kötü örnekleri vardır.

Türkiye’nin dünyaya açılmış, dünya ile yarışan işadamları vardır. Ülkemizde demokrasinin, laik ve çağdaş hukuk devletinin en önemli dayanaklarından birisi de bizleriz. Bizler ticaretten gelen tecrübe ile uzlaşmayı ve uzlaştırmayı biliriz. Bu nedenle TÜSİAD gibi kurumlarımızın sözüne kulak verilmesinde yarar vardır.

Bu düşüncelerle Sayın Yalçındağ’a tekrar teşekkür ediyor, mikrofonu kendilerine bırakıyorum.