24.10.2022- Ansiad 13. Olağan Toplantısı- Akın AKINCI


Sayın Demokrat Parti Genel Başkanı,

Sayın Milletvekilleri,

Değerli Başkanlar,

Protokolümüzün kıymetli temsilcileri,

Ansiad’ın değerli üyeleri,

Kıymetli misafirler ve basınımızın değerli temsilcileri,

Siyasi partilerimizin başkanlarıyla yaptığımız toplantılar serisine Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Gültekin Uysal’la devam ediyoruz. Kendilerine davetimizi kabul ettikleri için teşekkür ediyorum.

ANSİAD olarak, Türkiye’nin, hatta dünyanın geleceğinde sorumluluğumuz ve söz hakkımız olduğuna inanıyor, bu sorumlulukla Türkiye’de demokratik tartışma ve düşünme ortamına katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

Akıllı insanlar fikirleri, daha az akıllı insanlar olayları ve kişileri tartışır denir. Ülkemizde fikir tartışmasına hasret kaldığımız için bu toplantılarda sadece fikirleri tartışıyoruz.

Öncelikle 15 Ekim’de Bartın’da meydana gelen elim maden kazasında kaybettiğimiz işçiler için üzüntümü ve başsağlığı dileklerimi paylaşmak istiyorum. Bu kadar insanın kaybında bile tartışmaların siyasi tartışmaya dönüşmesi de üzüntümüzü artırmaktadır. Bu felaketin son olmasını, bütün kurumların tek bir insan hayatını bile merkeze alarak bilimin ve tekniğin gerektirdiği her önlemi baştan almasını diliyorum.

Sayın Genel Başkan,

Değerli arkadaşlar,

2022 yılının sonuna geliyoruz, Merkez Bankasının faiz indirimlerine başlamasının veya ekonomik model değişikliğinin birinci yılını geride bıraktık. Bu vesileyle değerlendirmelerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Türkiye ekonomisi bu yıl %5 civarı büyüme performansına ulaştı, turizmde canlanmanın da desteğiyle istihdam artışı sağlandı. Faiz indirimleri sayesinde Hazine daha düşük faizle borçlandı, kamu harcamaları bu sayede artırıldı, enerji destekleri sağlandı.

Bu olumlu gelişmelere rağmen bu politika nedeniyle üç haneli enflasyon gibi ağır bir bedel ödüyoruz ve daha önemlisi bu politikanın sürdürülebilir olmadığı yönünde endişeler, önümüzdeki yıl beklentilerine gölge düşürmektedir.

Dünya ekonomisinin enflasyon ve resesyon arasında dengesiz bir durumla karşı karşıya olması Türkiye ekonomisi için de riskleri artırmaktadır.

Bu nedenle ekonomik politikaları günlük konuşmalar ötesinde uzun vadeli bir perspektifle tartışılmamız gereklidir.

Bir yıldır uygulanmakta olan düşük faiz politikası ABD ve Avrupa’nın 2008’den bu yana uygulayıp artık sona erdirdikleri bir politikadır. Negatif faiz politikası aşırı borçlanma, gelir dağılımının bozulması, emlak balonu sorunları yarattığı ve bunun üzerine enerji krizi ve enflasyon geldiği için dünyada faiz artışı dönemi başladı.

Hükümetimiz bu para politikasına dünyadaki örnekleri görerek, iyi niyetle başlamıştır. Ancak, küresel koşullar değiştiği için zamanlamadan dolayı sorunlar artmıştır. Biz faizi düşürme politikasına dünyada enflasyonun ve faizlerin arttığı bir dönemde, döviz rezervimiz zayıfken geçtik ve bu politikaya devam ediyoruz. Koşullar değiştiği için de düşük faiz politikasını komuta ekonomisi yöntemleriyle uygulayabiliyoruz. Şu anda sabit kur rejimine benzer uygulamalarla döviz alımı ve satımı kontrol edilmektedir. Kur korumalı mevduata bütçeden para ödeyerek dövize geçiş engellenmektedir. Kredide ihracat ve yatırım kredilerine öncelik verilmekte, bankaların nereye ne kadar kredi vereceği ne kadar tahvil tutacağı günlük kararlarla belirlenmektedir.

Bu koşullarda Merkez Bankası faizi artık önemli olmaktan çıkmıştır, faiz 7’ye, hatta 5’e, hatta sıfıra da düşürülebilir, çünkü zaten kredi ve döviz piyasası kontrol altındadır.  Kredi ve döviz işlemlerini kontrol altında tuttuğunuz sürece faizi istediğiniz gibi düşürebilirsiniz.

Ancak, döviz rezervi yokken, mevcut cari açık ve dış borçla bu politikanın sürdürülemeyeceği ortadadır. Cari fazla vereceğiz dediğimiz yılda, otomotiv, elektronik ithalatımızda düşüşe ve turizm gelirinin artmasına rağmen, enerji faturasının artması nedeniyle 8 ayda 40 milyar dolar cari açığımız oldu. Bu açığın 28 milyar dolarını net hata noksandan döviz girişiyle, diğer kısmını dış borçla finanse ettik.

Avrupa ülkelerinde durgunluk, enerji maliyetlerinde artış, cari açık baskısını artırmaktadır. Üretici maliyetlerindeki artış %151 iken sabit kur uygulamasının devam etmesi, Merkez Bankasının TL’ye güveni sadece liralaşma adımlarıyla sağlaması son derece güçtür. Bu nedenle enflasyon, kur, faiz ve büyüme konularında belirsizlik azalmamakta, artmaktadır.

Dolayısıyla tartışmamız gereken hususlar şunlardır: Merkez bankasının swap borçları dışında rezervi yokken ne kadar idare edebileceğiz? Mevduat faizine bütçeden ödeme yaparak düşük faizli kredi vermek adil midir? Kredi ve döviz kontrolleri ekonomiyi kapalı bir komuta ekonomisine dönüştürmez mi? Yüksek enflasyonu kader olarak kabul mu edeceğiz?

Bu açılardan baktığımızda Türkiye’de ekonomiyle ilgili tartışmaların maalesef çok kısır kaldığını belirtmek istiyorum.

Faiz konusundaki tartışmalar son derece verimsizdir. Merkez Bankası faizi piyasa faizi değildir, bir ekonomi para basarak finanse edilemez. Gerçekçi olmayan düşük faiz verimsiz yatırımlara ve verimsiz işletmelerin doğmasına neden olur. Verimsiz işletmeleri düşük faizli krediyle, kayıt dışılıkla yaşatmanın bedeli ağırdır, bu bedeli verimli şirketler, kalifiye işgücü, orta sınıf ve gelecek nesiller ödemektedir. Kalifiye işgücü kesimi ve orta sınıfı zayıf olan toplumlarda ekonomi büyür ama kalkınma olmaz. Enflasyon konusundaki tartışmalar da son derece kısır tartışmalardır. Enflasyon sadece halkı mağdur eden, hayat pahalılığı sorunu değildir.

Enflasyon, verimsiz sektörleri büyüten, teknolojik gelişmeyi caydıran, ekonomik ve sosyal adaleti ortadan kaldıran, toplumu ve ticareti yozlaştıran ciddi bir hastalıktır.

Gelişmiş ülkeler bu sorunu bildikleri için %10 oranındaki enflasyona karşı faiz artırıyor. Biz, İstanbul Ticaret Odasının rakamıyla %107 enflasyonu sorun olarak görmüyoruz, Aralık ayında baz etkisiyle enflasyon %70 olursa, gelecek yıl %40-50 civarı bir enflasyonu görürsek mutlu olacağız. Bu anlayış farkının nedeni, ülkenin geleceğini umursamamak mıdır başka şey midir, sizin değerlendirmenize bırakıyorum. 

Ekonomik ve sosyal adaleti göz ardı etsek bile dünya ekonomisinde çalkantılı bir döneme girildiğini dikkate almalıyız. Mevcut politika bir süre daha devam edebilir.

Ocak ayında ücret artışları yapılacak, kamu harcamaları artırılacaktır. 2023 yılının ilk yarısında da ekonomide canlılık göreceğiz. Fakat daha sonra döviz, faiz ve bütçede bir dengelemenin gerekeceği açıktır. Bu durumda önümüzde üç yol bulunmaktadır. Ya kapalı komuta ekonomisine geçeceğiz ya bir istikrar programını gündeme alacağız, ya da artık konuşmayı bıraktığımız yapısal reformlarla köklü bir dönüşüm programı başlatacağız.

Düşük faiz politikası tek başına bir dönüşüm ve kalkınma modeli değildir. Kalkınma modeli olabilmesi için sanayi ve teknoloji stratejisi, eğitim, vergi, sermaye kontrolü, enflasyonla mücadele ayaklarının da olması gerekir.  

Sürdürülebilir, adaletli, yenilikçi girişimleri teşvik eden, piyasa kurallarının sürekli değişmediği bir ekonomi modelini hep birlikte inşa etmeliyiz.

Dünyanın gündeminde Ukrayna’da savaş, enerji krizi, ABD-Çin mücadelesi olsa da geleceğin dijital ve yeşil dönüşüm üzerinde kurulacağını biliyoruz. İklim değişikliğiyle mücadele bugün için unutulmuş görünüyor ama önümüzdeki yıllarda iklim değişikliğinin getireceği sorunlar küresel hakimiyet kavgalarını, sınır kavgalarını boşa çıkaracaktır. Biz bugün halen faiz, büyüme konularını tartışırken dijital ekonominin, dijital toplumun ve dijital şehrin ne anlama geldiğini halen tam olarak anlamış değiliz. Dijital ve yeşil kalkınma, insanı ve doğayı temel alan, eşitlikçi, sorumlu yeni bir toplum ideali olarak anlaşılmalıdır.

Sayın Genel Başkan,

Sevgili arkadaşlar,

Hepimize düşen görev bütün bu alanlarda ilerleme için hükümet, muhalefet, sivil toplum olarak anlamlı bir tartışma, ortak akıl süreci tesis etmektir. Maalesef siyasi tartışmalar herkesin kendi mahallesine konuştuğu popülist bir tartışmaya dönüşmüştür. Hepimiz halkın hoşuna gidecek vaatler bulma peşindeyiz. Oysa toplumdaki bozulma, dağılma ve değer kaybını hiç konuşmuyoruz. Yüksek enflasyonun ve sistemin yarattığı yozlaşma, ideal ve vizyon kaybı en büyük sorunlarımızdan birisidir. Bir şehrin ve milletin bekasının temelleri olan hukuk ve adalet sadece dilimizde olan, inanmadığımız ve kendimizi sorumlu hissetmediğimiz kavramlara dönüştü. Aynada kendimize bakmayan, kendimizi sorgulamayan bir toplum olmaya başladık.

Toplumsal yozlaşmayı dikkate alarak topluma örnek olmak ve ayna tutmak da siyasetin ve kanaat önderlerinin görevidir. Büyük filozof Farabi, liderlerin bilge, adaletli, dürüst, paraya, dünyevi zevklere, şan ve şöhrete kapılmayan, öğrenen ve öğreten kişiler olması gerektiğini söylemiştir. Ona göre siyaset, faziletli ve mutlu bir toplum yaratma sanatıdır.  Farabi’nin bin yıl önce yaptığı faziletli toplum ve şehir, cahil ve bozuk şehir tariflerini bugün yeniden okumalıyız.

Fazilet ve toplumun mutluluğu kavramlarına önem veren ve bunu dile getiren bir başka büyük isim Atatürk’tür. 99 yıl önce Cumhuriyetimizi kuran büyük önder Atatürk 4 bine yakın kitabı okumuş, incelemiş, öğrenen ve öğreten bir liderdi.

Cumhuriyetimizin 99. Yılını kutlayacağımız bugünlerde o gün atılan temellerin değerini anlamak, Cumhuriyetimizin çağdaş ve mutlu bir toplum idealinin gerçekleşmesi için kendimizden başlayarak sorgulamak gerektiğini düşünüyorum.

Bu düşüncelerle katılımınız için tekrar teşekkür ediyor, Cumhuriyet Bayramınızı bugünden kutluyorum. Saygılarımla.

 

Akın AKINCI
ANSİAD Yönetim Kurulu Başkanı